DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun, ÇSGB’nin düzenlediği 10. Çalışma Meclisi Toplantısı’nda yaptığı konuşma:
Sayın Başbakan,
Sayın Bakan,
Konfederasyonlarımızın, sendikalarımızın sayın başkan ve yöneticileri,
Sevgili işçi kardeşlerim,
Değerli basın emekçileri,
Toplantının hazırlanmasında emeği geçen değerli Bakanlık bürokratları ve çalışanları,
Hepinizi Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK adına selamlıyor, saygılarımı sunuyorum.
Bugün ve yarın gerçekleştirilecek olan Çalışma Meclisi’nin Türkiye işçi sınıfı açısından olumlu sonuçlara vesile olmasını dileyerek sözlerime başlamak isterdim.
Ancak konu başlıklarına baktığımızda işçiler açısından iyimser temennilerde bulunmanın oldukça zor olduğunu görüyorum.
Taşeron, kıdem tazminatı ve Özel İstihdam Büroları’nın işçi kiralaması olarak önümüze konan başlıklar çok da yabancı olmadığımız bir gündem.
Bunlar bir süredir iktidarının ve işveren kesiminin her fırsatta gündeme taşıdığı konular. Ve bu konular gündeme taşınırken her zaman iki gerekçe öne sürülüyor: Çalışma yaşamını esnekleştirme ve işgücü maliyetlerini azaltma.
Türkiye’nin dünya piyasalarında rekabet gücünü kazanması için bunlar şart deniyor.
Ulusal İstihdam Stratejisi’nde de paylaşılan hedefler hep aynı: Daha esnek emek piyasası ve bunun doğal sonucu olarak daha ucuz işçilik.
Önümüzdeki saatlerde düzenlenecek panellerde arkadaşlarımız bu saptamalarımızın verilerini, delillerini, teknik arka planını uzun uzadıya anlatacaklar. Bu nedenle ben bu detaylara girmeyeceğim. Sadece önümüzdeki gündemin niteliğine, temel felsefesine dair eleştirilerimi sıralamakla yetineceğim.
Ben belediye işçiliğinden gelen bir sendikacı olarak lafı dolandırarak söylemeyi sevmem; istesem de pek beceremem. Bu nedenle Konfederasyonumuzun görüşünü bir cümle ile özetlemek istiyorum. İki gün önceki Başkanlar Kurulumuz’da da kesin karara bağlandı: Biz DİSK olarak, daha esnek bir emek piyasası ve daha ucuz işçiliği hedefleyen hiçbir düzenlemenin onay makamı olmayacağız, olamayız.
Çünkü gittiğimiz her işyerinde, dolaştığımız her sokakta görüyoruz ki işçi sınıfının, emekçilerin esneyecek bir yeri kalmadı. Biraz daha esnetmek için zorladığınızda, yaşam koşullarını biraz daha aşağıya doğru çekiştirdiğinizde o kayış kopar. Biz istesek de kopar, istemesek de kopar.
Bu nedenle işveren ve hükümet temsilcilerine naçizane tavsiyemiz meseleye yaklaşımdaki temel felsefelerini değiştirmeleridir. Aksi halde başka toplumsal patlamalarla yüzleşmek kaçınılmaz olacaktır. Ve her toplumsal patlama için de bir uluslararası komplo teorisi üretmek o kadar da kolay olamayacaktır.
Peki meseleye yaklaşımdaki temel felsefeyi nasıl değiştirebiliriz? Bu sorunun yanıtını sayın hükümet yetkililerinin ve işverenlerin gayet iyi bildiğini tahmin ediyorum. Ama bu toplantıyı izleyen ve izleyecek olan milyonlarca emekçiye de kendimizi daha iyi anlatabilmek için birkaç örnek vereceğiz.
Toplantının sonrasında “Bunlar her şeye karşı çıkıyor” denmesin diye sizlere çok somut öneriler getireceğiz. Evet, herkesin mutabık olduğu gibi taşeron çalışanların, kıdem tazminatı alamayanların, işsizlerin sorunları var. Ve bu sorunlar karşısında bizim de DİSK olarak oldukça pratik ve hızlı uygulanabilir çözümlerimiz var. Bu çözümler için öyle kapsamlı yasal düzenlemeler falan da gerekmiyor. İşverenin ve hükümetin mevcut yasalara uyması, mahkeme kararlarına saygı göstermesi bile sorunları hafifletiyor.
Örneğin, taşeron çalıştırmanın kölelik düzenine dönüştüğünü bizzat Sayın Bakanımız Faruk Çelik söylemişti. Haklıdır ve hızlı bir çözüm için Ekim ayında yasa çıkmasını beklemeye de gerek yoktur. En büyük işveren olarak kamuda sayıları artık milyonlarla ifade edilen taşeron çalıştırmaya son vermekle işe başlayabilirsiniz. Mahkeme kararlarına uyabilirsiniz ve asıl işi taşerona yaptırmaktan vazgeçerek işverenlere örnek olabilirsiniz. Yeni yasayı tartışana kadar İş Kanununun o meşhur ikinci maddesine uymanız yeterlidir. Ama görünen o ki bu kanuna uymak yerine, taşeronu sınırlayan bu kanun değiştirilmek isteniyor. Türkiye Cumhuriyetini bir Taşeron Cumhuriyetine çevrilecek bir düzenleme hazırlanıyor. Amaç açık ve net. Taşeron işçileri sorunlarını bahane edip, işçileri taşerona mahkum etmek. Amaç, işçinin hakkını korumak değil ucuz ve güvencesiz işçi ordusu yaratmak.
Diğer gündeme gelelim: Kıdem tazminatı. Bu konu hangi gerekçeyle gündeme geliyor? İşverenin işgücü maliyetlerini hafifletmek. O halde bin kere hayır! Biz emeğin haklarının gasp edilerek işgücü maliyetlerinin düşürülmesine izin veremeyiz. Mesele 3-5 kuruş fazla ya da eksik almak değildir. TOBB, TİSK ve TÜSİAD 2009’da ortak bir metin yayınladılar ve şu görüşü savundular: “Kıdem tazminatı fona devredilsin, işten çıkarma maliyeti düşürülsün, daha kolay işçi çıkaralım”. İşverenin, işçiyi kapı önüne koymasının maliyetinden kurtulması demek işçi açısından güvencesizlik demektir.
Bu tutumuzun görüldükten sonra kıdem tazminatında fon uygulamasının sadece taşeron işçiler için geçerli olacağını basından okuduk. Taşerona bağlı çalışan işçilerin kıdem tazminatı almasının önünde hiçbir yasal engel yoktur. Sorun yine yasaların uygulanmaması, hukuksuzluğa göz yumulmasıdır. Bunun çok basit iki çözümü vardır. Örneğin Bakanlık taşeron işçilerin sendikalaşmasını engellemek için mahkeme kararlarına uymama tavrından vazgeçebilir, Yargıtay’a yaptığı yetki itirazlarını geri çekebilir. Merak etmeyin; örgütlü bir işçi kıdem tazminatı hakkını yedirmez ve sorun kolayca hallolur.
Özel sektör için de devlet garanti verebilir. Kıdem tazminatını devlet öder, sonra da işverenin peşine düşer. Buna da “kaynak nerede” diye itirazların geleceğini tahmin etmek güç değil. Ama çözüm var: Yıllardır kesilen İşsizlik Fonu’ndaki paralarla bankaların hesaplarını şişirmek, işverenlere kaynak aktarmak yerine işçilerin mağduriyetlerini gidermeye ne dersiniz?
Açıkçası bunun da yanıtını tahmin etmek güç değil. Zira bu toplantıdaki üçüncü başlığımız bu gündemin ruhunu ortaya koyuyor. O başlık Özel İstihdam Büroları’nın işçi kiralayabilmesi. Bizim ifademizle çağdaş köle pazarları. İşverenin istediği zaman kullanıp istediği zaman kapı önüne koyacağı köleler yaratacakları, işçi simsarlarının işçileri kiralayıp ceplerini dolduracakları bir düzenleme bu. Tüm düzenlemelerin esnek, güvencesiz çalıştırılacak ucuz emek ordusu yaratma amacı güttüğünü en iyi bu başlık gösteriyor. Bu saptamaya gelecek eleştirileri de tahmin etmek zor değil. “Bu bürolar dünyanın her yerinde, Avrupa’da da var” denecek. Ama Avrupa’da Özel İstihdam Büroları vasıtasıyla istihdam oranının yüzde 2’yi geçemediği söylenmeyecek.
Önerimiz şudur ki, Avrupa’yı örnek göstermeyin. Eğer Avrupa örnek gösterilecekse de tutarlılık gereği şunlar da söylenmeli. Türkiye imza attığı örgütlenme, toplu sözleşme ve grev hakkına dair tüm ILO normlarına uyacaktır. ILO normlarına uymak demek Anayasaya uymak demektir. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bize Anayasa’ya uyacağına söz vermekle işe başlasa daha sağlıklı bir Çalışma Meclisi toplantısı yapabiliriz diye düşünüyorum. Veya Avrupa örnek verilecekse Avrupa Sosyal Şartı’na konan çekincelerden başlanabilir. Özel İstihdam Büroları ile ilgili Avrupa’yı örnek göstermeden önce, sosyal şartın, örgütlenme ve grev hakkı, asgari ücret ve yıllık izin ile ilgili maddelerine koyduğunuz şerhi kaldırmanız daha tutarlı bir tavır olabilir.
Son günlerde yine Bakanlığın açıklamalarından gördüğümüz kadarıyla Özel İstihdam Büroları’nın kadınların istihdamı için düşünüldüğü ifade ediliyor. Yani söylenen şu: Kadınlar 3-5 çocuk yapacağı için eve hapsolacak, onların esnek bir şekilde evden çalışmasını sağlayacağız. Türkiye’de kadınların kendilerine dayatılan bu istihdam ve yaşam biçimini kabul edeceklerini hiç zannetmiyorum. Eğer çocuk sahibi kadınların çalışmasını kolaylaştırmak isteniyorsa bunun yolu kamunun ücretsiz kreş açmasıdır. Dünyanın her yerinde yaygın, kabul gören yöntem budur. Bugün önerilen ise kadına özel, ikinci sınıf bir çalışma biçiminin dayatılmasıdır ki Türkiye’de bunun kabul görmeyeceği açıktır.
İşsizlere iş bulmanın tek yolu kölelik değildir, olamaz. Türkiye çalışma sürelerinde Avrupa birincisi. Avrupa’nın en uzun çalışan, en az hasta olan ama çalışırken en çok ölen işçileri bizim işçilerimizdir. Soruyoruz size, bu işçiler daha ne kadar esnesin?
Sözlerimi tamamlarken hükümete ve işverenlere çağrı yapmak istiyorum: “İşçilerde esneyecek hal kalmadı, biraz da siz esneyin.”
İmza attığınız uluslararası sözleşmelere uyun ve darbecilerin koyduğu sendikal barajları kaldırın.
Örgütlenmesinin önündeki engelleri kaldırın.
Tüm çalışanların serbest toplu sözleşme ve toplu pazarlık hakkını güvence altına alın.
Kamu gücüyle yasadışı grev kırıcılığı yapmayın.
Çalışma saatlerinde yasal mevzuata uyun.
Taşeronda İş Kanunu’nun ikinci maddesini çiğnemekten vazgeçin.
Kıdem tazminatına göz koymayın, göz koyanları görmezden gelmeyin.
Anayasa’ya göre Yasaların üstünde sayılan uluslararası sözleşmelere uyduktan sonra yeni yasalar önerin. Bu, gerçek ve yapıcı bir diyalog zemini için daha doğru bir yöntem olacaktır. Aksi halde önerdiğiniz her yasa, dün sizin için olduğu gibi bugün de bizim için yok hükmünde olacaktır.
Kolektif haklar her gün budanırken, sendikal özgürlük alanı katı bir yasal düzenlemeyle kısıtlanırken, çalışma yaşamında esneklik önerilerini kabul etmemiz söz konusu değildir. DİSK’in kırmızı çizgileri işçi sınıfının insanca yaşam mücadelesinin talepleridir.
Bu taleplerden taviz vermek demek DİSK’in kuruluş ilkelerini ve tarihini inkar etmek demektir. Sizler sayın hükümet yetkilileri, sayın bürokratlar ve sayın işveren temsilcileri DİSK’i gayet yakından tanırsınız. DİSK onurlu geçmişine uygun olarak işçi sınıfının haklarını çiğnetmeyecektir.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerimi tamamlarken, Çalışma Meclisi’nin başarılı ve işçi sınıfına olumlu sonuçlar üretmesi dileğiyle saygılarımı sunuyorum.Beylikdüzü EscortBeylikdüzü Escort