DİSK Yönetim Kurulu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ile bir görüşme gerçekleştirerek çalışma yaşamına dair kırmızı çizgilerini iletti. Bakanlık binasında 3 Eylül Salı günü gerçekleşen görüşmeye DİSK Genel Başkanı Kani Beko ve DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu katıldı. Görüşmede 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun sonuçları, kıdem tazminatı, Özel İstihdam Büroları, taşeronlaştırma politikaları, noter şartı, barajlar, e-devlet, grev hakkı, yetki uyuşmazlığı gibi sendikal hak ve özgürlüklerini, çalışma hayatında ortaya çıkan köklü sorunları kapsayan, işçi sınfının “kırmızı çizgileri” dile getirildi.
Görüşme sonrası DİSK Genel Başkanı Kani Beko bir basın açıklaması yaparak görüşmede dile getirdikleri görüşleri basın ve kamuoyu ile paylaştı:
İşçi Sınıfının İnsanca Yaşam Talepleri DİSK’in Kırmızı Çizgileridir
“Başta sendikal yasaklar ve 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun sonuçları olmak üzere çalışma hayatında işçi sınıfının karşı karşıya olduğu çok sayıda sorunla ilgili olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Faruk Çelik ile bir görüşme talep ettik ve bugün bu görüşmeyi gerçekleştirdik.
Hatırlanacağı gibi 6356 Sayılı yasa gündeme geldiğinde sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırılması olarak sunulmuştu. Hatta bu yasanın öncesinde 12 Eylül 2010’daki Anayasa referandumunda, sandıktan “Evet” çıkması durumunda işçilerin birden fazla sendikaya üye olabilecekleri iddia edilmişti.
Ancak bugün gelinen noktada sendika seçme özgürlüğü ve toplu sözleşme hakkının gasp edildiği, sendikalara üye olan işçilerin işten çıkarıldığı, bazı iş kollarında işçilerin üye olabilecekleri toplu sözleşme yetkisi olan bir sendika dahi bulamayacağı bir sürecin içerisine girildiği görülmektedir.
Sendikalaşma oranındaki düşüş Ocak ve Temmuz ayı istatistiklerinden rahatlıkla görülmektedir. Bu durumun başlıca sebebi örgütlenme özgürlüğünün önüne siyasi irade tarafından çıkartılan engellerdir. DİSK üyesi Sosyal-İş, Nakliyat-İş ve Devrimci Sağlık-İş sendikalarımızın örneğinde görüldüğü gibi, mahkeme kararlarına rağmen TİS yetkileri uygulanmamıştır.
Bu engellerin başında ise baraj uygulaması gelmektedir. 12 Eylül rejiminden miras iş kolu barajları, her fırsatta darbelere karşı olduğunu iddia eden hükümet tarafından da farklı biçimlerde korunmaktadır. Türkiye’nin imza attığı ILO sözleşmelerine ve dolayısıyla Anayasa’ya açıkça aykırı olan işkolu barajları kaldırılmadıkça, ilk elden başta Bursa Mutabakatı olmak üzere önceki mutabakatlara uygun davranılmadığı ve böylelikle hükümet işçi sınıfının örgütlenme özgürlüğünü bilerek ihlal ettiği sürece “darbelerin kötülüğü” konusunda söyledikleri her söz bizim için içi boş bir nutuk hükmünde olacaktır. Sendikaların yetkiyi devletten değil işçiden aldıkları bir çalışma yaşamının tesis edilmesi DİSK’in asla taviz veremeyeceği bir “kırmızı çizgisi”dir.
Örgütlenme özgürlüğünün önündeki bir diğer engel de yetki uyuşmazlığı davalarıdır. Yıllarca süren davalar sonucunda işçilerin sendika seçme özgürlükleri fiilen gasp edilmektedir. Çözüm oldukça basittir: İşyerlerine sandık kurup, işçinin iradesini tanımak. Her fırsatta sandığı demokrasinin tek alameti farikası olarak gösteren hükümetin, iş işçilerin sendika seçme özgürlüğüne gelince sandığa güvenmemesi bu konudaki samimiyetinin göztergesi olacaktır.Sendika seçme özgürlüğünün ve işçilerin iradesinin tanınmasının bir koşulu olarak “referandum” DİSK’in bir başka “kırmızı çizgisi”dir.
Sendikal özgürlüklerin ihlal edildiği bir diğer örnek olarak grev yasakları ve grevlerin fiilen engellenmesidir. Önlerine çıkan tüm engellere, işten atılma tehditlerine rağmen örgütlenen, baraj engelini de aşıp yetki alan sendikalara üye olan işçiler, toplu sözleşme görüşmelerinin uyuşmazlıkla sonuçlanması durumunda grev hakkını kullandıklarında yasal ve fiili engellerle karşılaşmaktadır. Son dönemdeki grevlerde bizzat hükümet yetkililerinin greve çıkan işçilere yönelik tehditleri, yasadışı grev kırıcılığı girişimlerinin bizzat hükümet ve bürokratlarca açıktan desteklenmesi, grev hakkının Yüksek Hakem Kurulu tarafından hukuk dışı gaspı gibi vakalar artık sıradan hale gelmiştir. Örneğin, Genel-İş Sendikamızın İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait işletmelerde aldığı grev kararı, işletmelerin bütününde grev yasağı ve engeli bulunmadığı halde, Yüksek Hakem Kurulu’nda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın temsilcisi üyenin de oyları ile grev yasağı kapsamında görülerek, 10 bin işçiyi kapsayan bu işletmelerin toplu iş sözleşmeleri, Yargıtay içtihatlarına aykırı bir şekilde, YHK kararıyla bağıtlanmış, sendikanın ve işçilerin grev hakları ortadan kaldırılmıştır.
İşçilere sadece toplu sözleşme görüşmelerinde uyuşmazlık olması halinde grev hakkını veren ve bunun dışındaki tüm grev türlerini yasaklayan 12 Eylül hukukunun bile gerisinde bir durumla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Grev hakkının kayıtsız şartsız tanınması DİSK’in bir diğer “kırmızı çizgisi”dir.
Son dönemde sendikal hak ve özgürlüklere dair olumlu sayılabilecek tek gelişme olan sendikaya üyelikte üyelikten ayrılmada noter şartının kaldırılacağına yönelik düzenlemedir. Ancak, kaldırılacak noter şartı yerine önümüzdeki aylarda uygulamaya geçecek olan e-devlet kapısı üzerinden üyelik ve üyelikten istifa işlemine dair endişelerimiz de tam olarak ortadan kaldırılmış değildir. E-devlet uygulaması ile örgütlenmenin işveren ve devlet müdahalesine, denetimine girmemesi için herhangi bir önlem alınmış değildir. İşverenlerin işten atma tehdidiyle ve hatta daha işe alım sürecinde işçilerin e-devlet şifrelerini alma ihtimalinin önü hala açıktır. E-devlet uygulamasında işçilere devletin üye olabileceği sendikaları göstermesi de hala bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Özellikle taşeron işçilerinin SGK kayıtlarında asıl işverenin değil alt işverenin işçileri olarak ilgisiz işkollarında gözükmesi milyonlarca taşeron işçisinin örgütlenme hakkının gaspı anlamına gelecektir.
Sonuç olarak hükümet tarafından “işçilere müjde” olarak sunulan 6356 sayılı yasa, uygulamada örgütlenme özgürlüğünün gasp edildiği bir çalışma yaşamanı sürdürmekte, hatta bu gaspın yöntemlerini çeşitlendirmektedir.
Görünen odur ki Bakanlığın işçi sınıfına sözde müjdelerinin ardı arkası kesilmemektedir. Çalışma yaşamıyla ilgili bir dizi değişiklik hazırlığına dair haberler basında sıkça yer almaya başlamıştır.
Kıdem tazminatı, alt işveren ilişkileri ve özel istihdam bürolarında dair yeni düzenlemeler hazırlandığını iddia eden çok sayıda haber arka arkaya ulusal basında yer almaya başlamıştır. Tüm bu alt başlıkların Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi’nde de yer alan konular olması dikkatlerden kaçmamakta, bu haberlerin basına “servis” edilmesinin de bu stratejinin bir parçası olduğu izlenimi doğurmaktadır.
DİSK’in daha önceden de defalarca altını çizdiği gibi Ulusal İstihdam Stratejisi özünde “ucuz işgücü” yaratma stratejisidir. Bu stratejinin alt başlıkları olarak kamuoyuna duyurulan her müjde, işçi sınıfı için değil sermaye için müjdedir. Kıdem tazminatının fona devredilmesi işverenleri işçi atmanın yüklerinden kurtarmaya yönelik bir hak gaspıdır. Alt işveren ilişkilerine dair gündeme getirilen düzenlemeler, taşeron çalıştırmayı genelleştirerek ülkeyi Taşeron Cumhuriyeti’ne çevirmeyi hedeflemektedir. Özel İstihdam Büroları, işçiler için iş bulmayı değil, patronlar için köle bulmayı kolaylaştırmak için kurulan çağdaş insan ticareti pazarlarıdır. Güvencesiz çalıştırma koşullarını derinleştirecek, işçilerin en temel haklarını gasp etmeye yönelik bu tür girişimler DİSK’in “kırmızı çizgileri”dir.
İşçi sınıfı hükümetin ve sermayenin “müjde” diye sunduklarının anlamını yaşayarak tecrübe etmiştir. Biz yeni müjdeler! istemiyoruz…
Görüşmeden de gözlemleyebildiğimiz kadarıyla hükümet seçim hesaplarını gözeterek, giderek derinleşen krizi de görerek fazla geç kalmadan işverenlere verdiği sözleri tutma gayretine girebilir. Bizler içeride de söylediğimizi burada tekrar ediyoruz. Başta sendikal hak ve özgürlükler olmak üzere işçi sınıfının en temel hakları pazarlık konusu yapılamaz. Bizim yukarıda belirttiğimiz kırmızı çizgilerimiz, konfederasyonumuzun talepleri değil tüm işçi sınıfının insanca yaşam talebinin önümüzdeki dönemdeki mücadele başlıkları olacaktır.
Bu mücadele her ne pahasına olursa olsun verilecektir ve zafer direnen emekçilerin olacaktır.”