“Hem genç nüfus olacak hem sağlıklı bir aile olacak hem de kadının istihdamını çalışma hayatına katılımını sağlayacak.”
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, sermayenin ve iktidarının kadından beklentisini “Kadın İstihdam Paketi”ni savunduğu açıklamasında işte bu bir cümleyle özetlemiş oldu.
AKP’nin Kadın İstihdam Paketi’nin kadınların “iş gücü piyasalarına entegrasyonunu” sağlamak bunu yaparken de asli görevleri olarak görülen emeğin yeniden üretimi işini aksatmamalarını garantileme amacı taşıdığı açık. Üstelik neoliberalizmin esnek çalışma düzeni kadınların çocuk doğurma görevini aksatmamaları için biçilmiş kaftan.
Varlığını iki büyük kentinin sanayi odalarının başkanlarının yaptığı açıklama ile bir kez daha hatırladığımız “Kadın İstihdam Paketi” de AKP iktidarının tüm tarihsel öncülleri ve temsil ettiği güncel efendileri gibi bu çaba yolunda hazırladığı bir yasa tasarısı olsa gerek. Olsa gerek diyoruz zira varlığını yaz boyunca çıkan “Üç çocuk paketi”, “Hükümetten evlilik teşviki için paket” açıklamalarından öğrendik. İçeriğinin bir kısmını ise önce İstanbul Sanayi Odası ardından Ankara Sanayi Odası başkanlarının pakete itiraz açıklamalarından öğrenebildik.
Ne sanıyorduk kadın istihdamını artırmak niyetiyle hazırlandığı iddia edilen bu paketin biz kadınlara sorularak hazırlanacağını mı? Elbette hayır. Zaten kadınların sınıf-cins bağlamındaki katmerli ezilmişliğinin bir ucunda emeklerinin hem ev içinde hem “piyasalar”da sömürülmesi varsa bir diğer ucunda da tüm kamusal mekanlardan, söz ve karar mekanizmalarından dışlanması bulunuyor.
AKP’nin son icraatına gelirsek, hükümetin yasalaştırmak için sabırsızlıkla ekim ayında meclisin açılışını beklediği yasal düzenlemelerden biri de “Kadın İstihdam Paketi”. Yaz boyunca basında sıkça Başbakanlık, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Kalkınma Bakanlığı koordinasyonunda aile kurumunu güçlendirmek için çalışmalar yapıldığı, bu çalışmalar kapsamında ‘kadın istihdamının ve doğurganlık hızının artırılmasına yönelik’ yasa paketi hazırlandığı haberleri yer aldı.
Paket AKP’nin gündemindeki emeğe saldırı programının bir parçası
Kadın istihdamına dönük paketi ekim ayında Mecliste yasama faaliyetleri konusunda ajandası bir hayli dolu olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın programı ile birlikte düşünmek daha yerinde olsa gerek. Sermayenin emeğe dönük saldırı programının temel ayaklarını oluşturan ve AKP Hükümetinin önüne koyduğu ödevlerin başında gelen “taşeron düzenlemesi”, “kıdem tazminatının (şimdilik) taşeron işçiler için bireysel fona devri” ve “özel istihdam büroları”na ilişkin yasal düzenlemelerin Meclis’in açılması ile beraber gündeme gelmesi bekleniyor. AKP’nin “Amentüsü” sayılan Ulusal İstihdam Stratejisi’nde bu hedefler son derece açık seçik bir biçimde yer alıyor. Güvencesiz ve esnek çalıştırmayı yerleşik hale getirmeyi hedefleyen bu düzenlemeler kadın emeğine özgü bir dizi düzenleme olmasaydı eksik kalmış olacaktı. Zira güvensizleştirme ve esnek çalıştırma stratejilerinin hedefinde tüm emekçiler olmakla birlikte kadın emeği özel bir yer oluşturuyor.
Neoliberalizmle beraber tüm proleteryanın ev kadınlaştırılması amaçlanıyor. Bundan kastımız bugüne dek düzenli bir biçimde ücretli işlerde çalışmadıkları için “ev kadını” olarak nitelenen kadınlara özgü çalışma düzeneklerinin artık yerleşik çalışma düzeneği haline gelmesi. Yani iş sürekliliğinin olmaması, en düşük ücretlerle en uzun çalışma saatleri, en monoton işler, sendikasızlık, daha yüksek vasıf elde etme fırsatının olmaması, terfi edememe, hakların ve sosyal güvenliğin olmaması…1
‘Kadın: Hem emekçi hem verimli bir kaynak’
Kadınlar sermaye için yalnızca emek gücü anlamına gelmiyor. Kadın bedeni sermaye için doğurganlık işlevi ile eşsiz bir anlam ve önem kazanmakta bu nedenle de her daim kontrol altında tutulmaya çalışılmaktadır. Bundan yüzlerce yıl önce yaşanan Cadı Avları’ndan bugün ABD’de neomuhafazakarların, Türkiye’de AKP’nin bayraktarlığını yaptığı kürtaj karşıtlığına kadar her tür zorbalık kadınların kendi bedeni üzerinde söz ve karar hakkını ellerinden alma, doğurkanlık kapasitelerinin kontrolünü elde tutma çabasının ürünüdür. Çünkü sermayenin sonu gelmez bir biçimde insana daha doğrusu işçiye ihtiyacı vardır.
Genç nüfusun garanti altına alınmasında zor ve rızanın rolü
Kadınların doğurganlık kapasitelerinin sermaye açısından önemine dair bu anımsatmanın ardından AKP’nin hazırlıkları içinde olduğu pakete gelecek olursak. İçeriğini ve detaylarının tamamı henüz kamuoyuna açıklanmadığı için bilemediğimiz bir paketi değerlendirmek çok zor.
Fakat neoliberalizm ve onun ülkemizdeki kurucu gücü AKP’nin kadın konusundaki perspektifi son derece açık. Her fırsatta 3-5 çocuk doğurun açıklamaları yapan Başbakanın işaret ettiği üzere hazırlanan taslak kadınların çalışma hayatına katılırken bir yandan da doğum yapabilmesini teşvik edici düzenlemelere sahip.
Yapılan açıklamalara göre paket yasalaşırsa 16 hafta olan doğum izni 18 haftaya çıkarılacak. Doğum borçlanması hakkı 2 çocuktan 3’e yükseltilecek. 0-1 yaş arasında çocuğu olan anne gece çalıştırılmayacak. Doğum izninin ardından ilk çocuk için 2 ay, ikinci çocuk için 4 ay, 3 ve üzeri çocuk için 6 ay yarı zamanlı çalışılıp tam zamanlı maaş alınacak. Çalışan annelere işe dönüş garantisi verilecek.
Söz konusu doğuma teşvikler açık bir biçimde nüfusun genç kalması ve gelecekteki ucuz işgücünün garanti altına alınması amacını taşıyor. Zaten Aile ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Bakan Fatma Şahin yasayı eleştiren sanayi odası başkanlarına yanıt verirken bu niyeti açıkça dile getiriyor. “Başkanlar buna itiraz ederlerse ileride çocukları çalıştıracak erkek bile bulamaz” diyordu.
İktidarın kadınların bedenleri üzerindeki söz ve karar hakkını denetim altına almasının yani tüm doğurganlık kapasitesini yönetebilmesinin bir ucunda kürtaj yasağı / kısıtlaması gibi zora dayalı uygulamalar yer alıyorsa bir diğer ucunda da doğurmaya teşvik eden rızaya dayalı düzenlemeler yer alıyor. Her ikisi de 2023’ten sonra genç nüfusa sahip olma özelliğini kaybetme ihtimaliyle yüz yüze kalan Türkiye’nin uluslararası sermaye açısından cazibesini yitirmemesi amacı taşıyor.
AKP kadını eve kapatmıyor işyerlerini eve dönüştürüyor
AKP’nin gerici-erkek egemen ideolojisinin sermayenin çıkarlarıyla bütünleşik olduğu bir kez de bu vesile ile hatırlanmış oluyor. Kadının yerini aile içerisinde tanımlayan AKP hükümeti kadına toplumda ancak anne-eş olarak saygınlık ve konum vaat ediyor. Kadının bağımsız bir birey olarak, tüm kapasitesi ile toplum hayatına katılmasındansa babaya-kocaya bağımlı bir biçimde ve doğurganlık kapasitesi ile tanımlanması AKP’nin kadına bakışının temelini oluşturuyor. Sermayenin bakışı ile örtüşen bu anlayış kadınların ikincil konumunu pekiştirilirken iktidar tüm bir toplum hayatını da bu anlayışla yeniden düzenliyor. Bu konum beraberinde kadın emeğinin değersizleşmesini, daha ucuz daha kıymetsiz hale gelmesini de sağlıyor.
AKP muhafazakarlığı neoliberalizmin ihtiyaçları ile örtüşen özgün bir anlayışa sahip. AKP, kadını eve kapatmak yerine onun ev içindeki konumunu başta çalışma hayatı olmak üzere yaşamın tüm alanlarında geçerli tek konum haline getiriyor. Kadınlar esnek ve güvencesiz çalışma düzeneklerine dahil olarak işçi haline gelirken aslında ev içindeki ikincil konumları ile çalışma hayatına dahil oluyor. Evde çalışan, parça başı iş yapan, çağrı üzerine çalışan, siparişe dayalı bir biçimde çalışan kısacası esnek çalışmanın farklı biçimleri ile çalışma hayatına dahil olan bir çok kadın kendisini işçi olarak değil ev kadını olarak görüyor. Dahası toplumsal konumları da böyle şekilleniyor. Öte yandan bu çalıştırma biçimlerine dayalı yeni çalışma rejimi kadınların ev içi görevlerini aksatmadan çalışma hayatına katılmasını sağlıyor.
Sermayenin çıkar çatışması var, kadınların ve sınıfın çıkar birliği
Şimdi bu yazıyı yazmamıza ve kadın istihdamını bir kez daha tartışmamıza vesile olan güncel tartışmaya dönecek olursak, madem sermayenin kadından beklentisi son derece açık ve net AKP hükümeti ile sanayi odalarının başkanları aracılığıyla sermayenin yürüttüğü bu tartışmanın sebebi ne?
Anlaşılan o ki patronlar kadınlara dönük söz konusu uygulamaların yükünü kendilerinin taşımayacağı konusunda garanti istiyor. Fatma Şahin, “yükün devlette olacağını” Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir’in eleştirilerine yanıt verdiği açıklamasında dile getirmiş oldu.
Sermayenin bu konudaki kaygıları elbette bununla sınırlı değil. Ortada doğum teşvikinin getireceği yüke dair kısa vadeli çıkarlarla nüfusun genç kalmasının garanti altına alınması gibi uzun vadeli çıkarlar arasında bir çatışma söz konusu. Sermaye bu çatışmada güncel durumuna uygun bir tercihte bulunacaktır.
Bize düşen ise sermayenin uzun-kısa vadeli çıkar çatışması ve iktidarla giriştiği pazarlıklar karşısında seyirci kalmak ya da anlık müdahalede bulunmaktan fazlası. Sendikal hareketin iki önemli eksikliği bu vesile ile bir kez daha ortaya çıktı. Doğum izni ve kreş sorununun halen yalnızca kadın emekçilerin sorunu olarak görülmesi bu açıdan en büyük eksiğimiz.
Hükümetin ve sermayenin kadınların doğum izni kullanımını artırıp kolaylaştırmasını sağlayarak tüm esnek ve güvencesiz çalışmayı yerleşik hale getirmeyi çabalıyor. Bu girişim kadınlarla birlikte erkekler için de doğum izni talebinin tüm sınıf örgütleri tarafından neden savunulması gerektiğine bir yanıt niteliğinde.
Aynı şekilde çocuk bakımının toplumsallaştırılmasının gerekliliği bir kez de bu yasal düzenlemelerle gözler önüne serildi. Çocuk bakımı bahanesiyle kadınları evden çalışmaya yönlendiren ya da yarı zamanlı çalışma biçimleriyle kuşatan sermaye-iktidar ikilisi, tüm işyerlerinde kadın çalışanların sayısına göre değil şartsız koşulsuz kreş hizmeti zorunluluğu ile karşı karşıya olsaydı bugün bu düzenlemeler çoktan boşa çıkmış olacaktı.
Unutmayalım ki kadınların tarihi aynı zamanda sınıfın tarihidir. O halde kadınların talepleri de aynı zamanda tüm sınıfın talepleri olmak zorundadır.
*DİSK Dev Sağlık-İş Eğitim Örgütlenme UzmanıBeylikdüzü EscortBeylikdüzü Escort